Her şeyin değişken olmasına uyum sağlamak zordur. İnsan, sabitleri olduğunda değişkenliği kaldırabilen bir canlıdır. Evi, işi ve düzeni olduğunda gönül rahatlığıyla tatile çıkabilir, kalabalık bir akşam yemeği telaşından sonra oturup kahve içebileceğini bilir, çocuklar uyurken kitap okuyabilir. Zihnin çıktığı yolculuklar sayesinde insanı başka boyutlara taşıyabilir. Her şeyin değişken ve hareketli olduğu bir ortamda düşünmek, tasarlamak ve hayal kurmak zorlaşır.
Halbuki hayat durağan değildir. Her şey sürekli değişir ve dönüşür. Mevsimler, aylar, doğa ve insanlar hep dönüşüm içindedir, hatta en sağlam objeler bile durdukları yerde zamanla eskiyebilir. Fakat algımızın altında veya metabolizma hızımıza uygun bir yavaşlıkta olan değişimler bizi yormaz. Hatta, bir mevsimin değişimini gerekli ve normal buluruz. Örneğin, akşam yorgunken gece gelmesine şaşırmayız; uyuyup dinlenip sabah enerjik bir şekilde güne başlamak isteyebiliriz. Hayat, kendi olağan hızında akarken ona uyumlu yaşamak bizi dinlendirir. Çünkü bildiğimiz sabitler, bize değişim ve dönüşüm imkanı sağlar. Bir yola çıkmak, bir şeyi bitirmek, yeni bir şeye başlamak, düşünmek, sevmek, yorulmak, tüm bunları dengeli bir şekilde yapmak bize haz verir.
Çocukken parkta sallandığımız salıncaklar, kaydıraklar ve tahterevalliler bize eğlenceli gelirdi. Çocuksu enerji ve hareketlilikle uyumluydu çünkü. Şimdi de bir salıncağa oturmak bize zevk verir. Ayaklarımızı göğe uzatarak sallanmak isteyebiliriz, çocuklar gibi. İşte bu hareketi özlemek, durağanlık içinde kaldıkça olur. Hareket azaldığında veya değişkenlikleri artırmak istediğimizde, bazen arabaya binip nereye gideceğimizi bilmeden yola çıkmak isteyebiliriz. İhtiyaç böyle bir şeydir. Ve tekrar anlıyoruz ki hiçbir şey durağan olmamalıdır.
Hareketin de durağanlığın da çokluğu bize zarar verir aslında. Hareketliyken durağan zamanları, durağanlıkta hareketli zamanları özleriz. İçinde bulunduğumuz şartları kendimiz oluşturmuş olsak da şikayet ederiz ve başımıza kontrolsüz gelmişse de şikayet ederiz. Peki her geçen günün tekrarı olmayacağına ve biz değişip dönüşeceğimize göre, zamanların telafisi var mıdır? Aslında yoktur.
Her gün, her saat, her an değerlidir. İçinde bulunduğumuz her durum, belki şu an anlamıyor olsak da, değerlidir. Bazen insan kendi hayatını başkasınınkini yaşıyor gibi yaşar; kendi hayatına misafir gibi hisseder. Ya da başkalarının hayatını kendisininki gibi yaşar. Zihnimizin içindeki dünya, isteklerimizin, duygularımızın, direnç noktalarımızın ve alışkanlıklarımızın oluşturduğu bir illüzyondur. Gerçekten hiç uzaklaşmamak gerekir.
Aslında zaten herkes içgüdüsel veya bilinçli olarak bunu isterken neden mutsuz oluyoruz? Anı yaşamak kavramını şimdi içinde bulunduğumuz şartlarda tekrar sorgulamak gerekiyor. Pandemi var, sıkıntılar var, anı yaşayamıyorum gibi şikayetler oluştuğunda, “bu zaman geri gelecek mi” diye tekrar sormak gerekiyor. Ziyan edilebilir mi herhangi bir an?
Yaz sonbahara dönüyor, yılın en güzel yaşanabilir zamanları. Soyut olarak hazır değilse insan, somut olarak rahatlatan şeyleri düzenleyerek geçişe uyum sağlayabilir. Kıyafet bulmak örneğin hiç zor değildir. Yazlık elbisenin üzerine bir hırka alıp çıkmak veya eteğin üzerine akşamüstü çıkarken bir sweatshirt giymek insanı özgür kılabilir. Şimdi kat kat giyinmek moda iken, kendi tarzımızı oluşturmak da işin bir başka zevkli tarafıdır.
Uzun lafın kısası, yeniden düşünme zamanı gelmiştir. Gücümüz yettiğince, yapabildiklerimizi arttırmaya çalışarak, biraz yorulup biraz dinlenerek ve her zaman söylediğimiz gibi doğadan ilham alarak yaşamalıyız. Çünkü doğa ne enerjisi biten, ne duran, ne yavaşlayan, ne de hızlanan bir şeydir. Her şey mükemmel bir kıvamda dönüşür. Bunu anladığımızda, insan da mutlulukla dönüşür. Anı yaşamak, aslında ana uyum sağlamak değil mi?
Bir yanıt bırakın